Tasarım meraklıları, tasarımcılar ve tasarım savunucuları!
Hepiniz yeni oluşumumuz ‘Tasarımcılar ile Röportajlar’ diyalog platformumuza okuyucu veya isterseniz katılımcı olarak davetlisiniz! Sizin de bizim gibi kaliteli mekân uygulamalarına dair ortak dertleriniz varsa bu seri için en az bizim kadar heyecanlanacağınızı düşünüyoruz!
Tasarımcılar ile Röportajlar serisi, adamızda içmimarlık, mimarlık, tasarım ve benzeri mesleklerle uğraşan kişilerin hikâyelerini dinlemek ve sizlerle de paylaşmak için güzel bir fırsat sunuyor. Onların ofislerine, çalışma alanlarına gidiyoruz, bir kahve eşliğinde çalışmaları, yaşamları ve gelecekleri hakkında konuşuyoruz.
Mimar olmaya nasıl karar verdin?
Yaprak Hamzalar: Ortaokulda karar verdim. İçimden öyle gelmişti diyebilirim. Meslekle ilgili hiçbir bilgim, hiçbir fikrim bile yoktu açıkçası. Bir gün bilgisayar öğretmenimiz bizden Microsoft Word programında bir yazı yazmamızı istedi. Bu yazı da meslek seçiminiz ile ilgili olsun dedi. Bir şekilde, mimarlık ile ilgili yazmıştım onu hatırlıyorum. O gün orada içimden gelen bu hisle kararımı vermiş oldum aslında. Ortaokul bitti, lise bitti ve Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde Mimarlık bölümünde eğitimime başladım. Mezun olur olmaz da hemen mimar olarak işe başladım.
Çok önemli bir nokta var aslında vurgulamak istediğim, üniversitede aldığım belirli bir birikimden sonra mimarlığı sorgulamaya karar verdiğim bir dönem oldu. Standartları sorgulamaya başladım. Örneğin Neden kapı? Kapıyı üretmenin amacı neydi? Okurken tabi ki, bunun adını bulamamıştım. O dönem de, Münevver Özgür Özersay, bana verdiği tek bir ders olmuştu, dersin adını hatırlamıyorum, tüm bu sorgulamalarımı, sorularımı dinleyerek şöyle özetlemişti, hiç unutmam, bana senin aradığın şey absurd architecture olabilir demişti. Senin oturtmaya, anlamlandırmaya çalıştığın felsefe bu olabilir demişti. 4 senelik bir eğitim sürecim oldu. Eğitimi sadece almak değil sorgulamak da önemli diye düşünüyorum. Bazı şeyleri öğreniyoruz, evet, ama bunlar nereden çıktı? Neden öğrenmek zorundayız bu kuralları? Kuralların kökünde yatan amaç neydi? Kuralları neden koydular? Gibi sorularımın cevapları peşinde bitirme projem için bu felsefeyi kullanmaya karar verdim. Örneğin, sınıflarda belirlenmiş, standart hiyerarşik bir düzen vardır. Öğretmen ve öğrenciler... Oturma şekli... Bu hiyerarşiyi sorguladım ve bir tasarım okulunun sınıflarını, oturma düzenini, standart düzenin tam tersi şekilde, bir sohbet ortamı oluşturulabilecek şekilde tasarladım. Sorguladığım konulara, yeni bir öneri getirdim aslında. Özetle, standartları sorguladım, onların sunduğu belirli avantajları göz ardı etmeden, yenilikçi bir bakış açısı ile yeni bir ortam yarattım. Örneğin, yaptığım bir amfi tiyatroda, basamakları koruyarak, başka bir kısmına rampalı çim bir alan ekledim. Belki amfide birşey izlerken çimlerde yayılmak isteyen vardır... Başka bir bölüme yumuşak bir zemin, atıyorum bir hamak bile ekleyebilirdim. Sadece basamakta oturmak zorunda değiliz. :) Bir nevi, herkese bir seçenek sundum.
Alternatif insanlara, alternatifler çözümler üretmişsin. Çok güzel.
Absurd Architecture ile ilk tanışmam...
YH: Bunlar küçük detaylar tabi. Bitirme projemde yaptığım en belirgin ve ikonik şey, binayı ters çevirmek oldu. Binaya tersten girdik. Bunun örnekleri de var, dünyada yapılmış birşey aslında. Bu projemin dayandığı felsefe absurd architecture. Beni bununla tanıştıran, isim anam da, Münevver Özgür Özersay’dır.
Çok güzel! Heyecan verici bir felsefe ve çok iyi bir iş çıkarmışsın!
YH: Projem tabi ki üzerinde daha çok çalışma istiyordu. Özellikle gerçeğe dönüşecek olsa! Çünkü çok iddialı. Ama yine de jüride tebrik almamı sağlayan bir sorgulamaydı, projeydi.
Akademide yapman gereken en güzel şeyi yaptın diye düşünüyorum. Gerçek hayatta çok fazla sorgulayamıyoruz, kabul edilmiş belirli şeyler var...
YH: Ya, bütçe varsa her şeyi sorgulayabiliriz aslında! :)
Kesinlikle, binayı bile ters çevirebiliriz. :)
YH: Gerçek hayatta yaptığımız işler çoğunlukla bütçe ve müşterinin vizyonu ile ilişkili.
Bitirme projen çok keyifli ve başarılı geçmiş. Tebrik ederim.
YH: Evet, beni tatmin eden bir projeydi. Bana aldığım eğitimin hakkını verdiğimi hissettirdi.
Üniversiteden mezun olduktan sonra ilk iş gidip ismimin telif hakkını aldım. %100 Dizayn
İlk ilk işin neredeydi? Nasıldı?
PB: İlk işim Atölye-M’deydi. Şimdiki Stüdyo 14 ve Miro Designroom diyebiliriz. Daha sonra Üçok Architects & Engineers Associates şirketinde çalıştım… Bu ikisi için hep, 'en iyi ofislerden mezun oldum' diyorum… Hala daha mesleki hayatımda, Mehmet Üçok, Münevver Ö. Özersay ve Fevzi Özersay her zaman en büyük destekçilerim.
Kısa bir süreliğine bir üniversitede ders verme şansım da oldu. Öğrencilerle çalışma fırsatım oldu. Öğrenciler arasında gerçekten bu mesleğe meraklı, gönlünü vermiş ve gelecekle ilgili hayalleri olan öğrencilerim de oldu. İlk derste 'hayaliniz nedir?' hatta ‘ofisinizin adı ne olacak?’ Diye sormuştum. Çünkü ben ofisimin, şirketimin adını üniversitede seçmiştim. Üniversiteden mezun olduktan sonra ilk iş gidip ismimin telif hakkını aldım. %100 Dizayn. O yüzden onlara da bu meslekle ilgili hayallerini sordum. Mimarlığın uygulama boyutunda aktif olduğum ve çalıştığım için verdiğim dersler gerçekçiydi. Öğrencilerimden de gelen geri dönüşlere de dayanarak onlara yön verebildiğime ve ilham verdiğime inanıyorum. Öğretmen öğrenci ilişkisinden çok, gerçekten tecrübesini aktaran bir meslektaş gibi yaklaştım onlara... Hamileliğim, hem okul hem de kendi ofisimi birlikte yürütmek zor olacağı için mesleki hayatıma ofisimde mimar olarak devam ettim.
%100 Dizayn'dan bize biraz daha bahsedebilir misin?
100% Dizayn su anda 9. yılını doldurmak üzere, ben ise mesleki hayatımda 15. yılımdayım. Aslında bence başarıyı belirleyen geçen zaman değildir. Sektörümüzde bulunan herhangi bir iş yüklenicinin ‘ben bu işi kaç yıldır yapıyorum’ dediğini duyduğum zaman, bunun doğru bir başarı göstergesi olduğuna hiç inanmadım. Zaman istesek de istemesek de sayıyor ve yıllar zaten geçiyor. Benim için önemli olan, bu yıllar içerisinde kaç ‘insan’ edindiğimdir. Üniversitede veya iş hayatında da, tasarım yaratmak, bir eğitmenle veya bir müşteriyle kafa kafaya vermek, birlikte birşeyler çözüp, fikir birliği ile ilerlemek, sorunları birlikte yüklenmek, gerçekten çok farklı ve güzel bir duygu… Birlikte bir süreci paylaşıp, birşeyleri gerçeğe dönüştürüp, bittiğinde de koltuk vs. kirlenmesin diye bir kaldırımda veya bir yükseltide oturup birlikte ne başardık diye düşünmek ve sonunda bitti diyebilmek, çok güzel bir duygu….
%100 Dizayn ürünlerinden Kahve Masası/Orta Masa
Mağaza fikrim ise pazarda gözlemlediğim eksiklikten dolayı ortaya çıktı. Birbirine uyumlu mobilya, aksesuar ve duvar kâğıdı bulmanın çok zor ve kısıtlı olduğu bir dönemde, belirli konseptleri butik bir boyutta bir araya getirmek istedim. Bazen, bazı evlerde gerekli tüm mobilyalar alınmış olsa bile, istenilen atmosferi yaratan şık, kendine özgü ve mekâna kimlik katacak parçalar veya dokunuşların hep eksik kaldığını gözlemliyordum. Mağaza müşterilerimin bir kısmı alışverişlerini örneğin bir okuma köşesi yaratmak veya mevcut mobilyalarını değişmeden bir makyaj; bir konsept yeniliği olarak yapmak istiyorlar. Berjer, sehpa, lambader, çiçek, post ve duvar kâğıdı ile bir bütün olarak sipariş veriyorlar. Bunun yanında, tümü ayni dili konuşsun diyerek yola çıkan müşterilerim de var… Onlarla da yatak başlığından, TV duvarına, yemek masasından koltuklara ve yastıklara kadar ayni malzeme veya desenle ilerliyoruz… Tabi bir de bazen, yeni ev yapanlar ile hediye listesi de yapıyoruz. Hediye almak isteyenlere de evin konseptini bozmayacak şekilde, bir seçenek sunmuş oluyoruz.
%100 Dizayn ürünlerinden
Bitirme projendeki felsefeyi, gerçek hayatta da kullandığın noktalar oluyor mu?
YH: Maalesef. Gerçek hayat ve okul hayatı çok farklı. İnsanların talepleri belli. Örneğin, restoran tasarımı isteyen bir müşteri, belirli bir tarzı varsa, genellikle belirli bir çizgide ilerlemekte ısrarcı oluyor. Küçücük bile olsa absürt bir sürpriz yapabilmek, projenin niteliğine bağlı. Herkes buna açık değildir.
Bu felsefeyi herhangi bir projede kullanmam ve göstermem şart değil. Bitirme projemin gerçek hayatta bana kattığı avantaj şu oldu: Bir müşterinin ne istediğini anlayabiliyorum ve sorgulayıcı kimliğim ile karşılık verebiliyorum. Bu da güzel sonuçlar getiriyor...
Çok güzel, peki tasarım tarzını nasıl tanımlarsın?
YH: Tarzımı tanımlayamam. Çünkü neden? Her müşterinin talebi farklıdır. Her müşterinin tarzı farklıdır. Sadece benim bu iki şeyi yorumlama biçimim tarzımı belirliyor olabilir. Klasik tarzı seven müşteri var, atıyorum pub seven, İngiliz kültüründen etkilenen müşteri var, ahşabı seven... Bazı müşteriler belki daha modern sever ama klasik efektler isteyebilir. Yani hepsinin talebi farklıdır. Sonuçta bir tasarımcı olmam, kendi istediğim her şeyi yapabileceğim anlamına gelmiyor. Tabi ki, kendi kriterlerim veya kendi zevkim ve kimliğimle müşterilerime yön verebiliyorum. Müşterimin talebine karşılık verirken tüm bunlar da işin içinde aslında. Süreci ben yönetiyorum ama müşterimin ihtiyaçları ve istekleri ön planda oluyor. Onun istediği renkler, onun istediği tarz ve istediği yaklaşım biçimi ile benim doğru bildiklerim birleşiyor.
Genellikle müşterilerim bana görseller göstererek ne istediğini anlatıyor. Ben de onun tarzını anlayarak, ama dediğim gibi doğru bildiğim şeylerden de vazgeçmeyerek, müşterimin görmek istediği sonucu yok etmeden tasarımı gerçekleştiriyorum. Yani müşteri ile kesinlikle inatlaşmamak veya karşı gelmemek gerekiyor. Gösterdiğim tasarımları genellikle müşterilerim bir seferde beğeniyor. Çünkü ben ona zaman ayırıyorum. Konuşmak çok önemli.
Dinlemek ve anlamak...
YH: Mesela bir insan bir ev tasarımı istiyor. Bana yaşam biçimini anlatması lazım, çok iyi anlatması lazım. Her gün evinde nasıl hareket ettiğini, eve yaklaşımını, mutfağı nasıl kullandığını, sabah uyandıktan sonra hayatının akış şeklini... Bunları dinledikten sonra, ben ona, orada yaşıyormuşum gibi çözümler sunabilirim. Kendi tecrübelerime dayanarak bir çözüm sunmam demek, müşterimin kimliğini yok etmem demektir. Bu da mutsuzluk getirir. Tasarımlarımın büyük bir bölümünü müşterimin kimliği, hayat koşulları ve isteklerine bağlı olarak şekillendiriyorum veya onu yönlendiriyorum. Tabi ki bazı anlatımlar bilinçli gerçekleşmiyor. Herkes doğru teknik terimler ile ne istediğini anlatamıyor, anlatmak zorunda da değil. Nitekim günümüzde tüm tarzlar birbirine karışmış durumda. Mesela klasik olarak algıladığımız bir tarz, klasik zamanlarda oluşmamış veya klasik tarzla hiç alakası olmayan başka bir tarz olabilir... Klasik tarzın üzerine yeni bir yorum geldi ve o şekilde Neo Klasik tarz oluştu örneğin...
Akımlar, tarzımızı ifade ederken kullandığımız kaynaklarımız olabilir ama bu akımlar şu anda karışmış durumda. Özellikle Pinterest ile gelen görsel kalabalığa ve bu kalabalığın tarzları algılayışımızda yaratabileceği karmaşaya dikkat etmeliyiz.
Kesinlikle çok doğru, baş döndürücü bir kalabalık var. Bazen evlerimiz ile ilgili gerçekçi olmayan hayaller kurduruyor bir de...
YH: Mesela on metrekarelik bir banyoyu, iki metrekareye sığdırmamı ve o banodaki etkiyi elde etmeyi bekleyenler oluyor. Pinterest hepimizi gerçekten çok etkiliyor ama gerçekçi değil. Beklentileri çoğaltıyor... Bir yandan da çoğu görselin çizim olabileceği gerçeğine de dikkat çekmek istiyorum. Artık çok başarılı renderler alınıyor. Bazen biz bile gerçek mi yoksa çizim mi diye sorguluyoruz. Detaylı bakılması gerekiyor. Havlu tekrarını veya şampuan tekrarını yakalayabilirsek anlayabiliyoruz bu gibi durumlarda.
Fotoğraflar gerçek olsa bile yanıltıcı bir durum var yine ortada. Çeşitli kamera lensleri ile çok küçücük bir alanı bile ferah görünen bir alan olarak yansıtmak oldukça mümkün...
YH: Evet, Pinterest çok yanlış yönlendirmeler yapabiliyor. Beğendiğimiz resim ile gerçek olan arasında ışık farkı, ölçü farkı, oran orantı, tavan yüksekliği gibi birçok farklılıklar var o yüzden resimdekinin aynısını elde etme beklentisi çok yanlış.
Bütün bunların gelecekte de yaşanmaya devam etmemesi için ne yapılması gerekiyor sence? Durumu anlatmak yeterli midir?
YH: Anlatmaktan ziyade, müşterilerimize vakit ayırmamız gerekiyor. Daha önce anlattığım gibi, ben müşterilerime zaman ayırıyorum. Hemen çizime geçmeyi doğru bulmuyorum. Önce müşteri ile sohbet etmek, konuşmak ve aklındakileri öğrenmek lazım. Sadece kelimeler ile değil, görseller üzerinden de konuşmak lazım. Bu şekilde yaptığım tasarımlarda genellikle çok ufak tefek değişiklik talepleri ile karşılaşıyorum. Zaten bana mesleki anlamda mutluluk veren şey müşterimin ilk görüşte vaav demesi :)
Bundan sonrası da, teknik bazlı detayları, süreç boyunca çıkan detayları çözmekle, yeri geldiğinde değiştirmekle geçen bir dönem oluyor...
Tasarım nefes almak gibi birşey...
Ofisinin belirli bir tarzı var diyebilir misin? Çok güzel çünkü ben çok beğeniyorum, birçok farklı tarzın birleşimi gibi...
YH: :) Sanırım adını ben bile koyamayabilirim bu tarzın. Tamamen içgüdüsel. Tasarım artık zaten adı konularak ortaya çıkan birşey değil bence. Tasarım ile ilgili öğrendiğim en güzel şey, hatta bir hocamdan öğrenmiştim bunu da, bu röportajı okusa kesin ben demiştim diyecek... Tasarımda iki iki daha hiçbir zaman dört etmiyor. O yüzden, bence de, tasarımı bir kurala göre çıkarmıyoruz. Birikimlerimizle birlikte içgüdülerimize göre ortaya çıkan birşeydir tasarım. Her zaman bir adı olmayabilir veya adını koymakta zorlanabilirsiniz. Belki nefes almak gibi birşey...
Tasarım yapma sürecin nasıl ilerliyor peki? Az önce biraz bahsetmiştin ama tekrar sormak istiyorum, bu sürecin en sevdiğin kısmı nedir, nelerdir?
YH: Dediğim gibi, önce müşteri ile uzun sohbetler yaparım, konularımız üzerinde tartışırız, fikrini öğrenmeye çalışırım. O konuştukça ben oradan birşeyler çıkarırım. Müşterimin vizyonu veya geçmiş deneyimleri ile ve biriktirdikleri ile ilgili... Bunları anlamaya çalışırım aslında. Klasik dediğinde neyi kastediyor? Modern dediğinde ne demek istiyor? Ne gördü ki ne hayal ediyor? Hayalini çözmeye çalışırım. Bu hayale beraber ilerlediğimiz süreçte teknik ve mimari olarak uyumsuzluğa sürüklenmeden bunu yapmak çok önemli. Müşterimin hayalini daha dengeli bir şekle getirerek, diğer gerekli şeylerle uyumlandırarak ilerlerim. Buna şöyle bir örnek verebilirim... Mesela ben her şeyi beyaz istiyorum diyen bir müşteriniz var diyelim ki. Her şey beyaz olunca başarılı bir mekânın ortaya çıkmayacağını biliyorsanız ve belki de ben her şeyi beyaz istiyorum derken onun aslında aydınlık bir mekân hayal ettiğini biliyorsanız buna göre hareket etmeniz gerekir. Her şeyi beyaz yaparsanız, mekânınız soğuk bir mekân olur. Bu yanlıştır. Müşterinin ne demek istediğini çözmeniz gerekir. Müşteriniz beyaz derken aydınlık ve ferah bir mekânı tasvir etmeye çalışıyorsa, siz bu doğrultuda ona aradığı ışığı, ışıltıyı sunmalısınız demektir.
Çok iyi bir örnek oldu bu. Peki, tasarım bittikten sonra gelen uygulama aşaması ile ilgili düşüncelerin neler?
YH: Bana göre tasarım süreci daha keyifli bir süreçtir. Uygulama konusu da müşterinin uygulama için ayırdığı zamanla ilişkilidir. Örneğin bir işyerinin inşaat süreci daha kısadır. Sürenin kısa oluşu da bana keyif veriyor aslında. Kısa sürede projeyi gerçeğe dönüştürmek ve geri dönüşlerini hızlı almak bana keyif veren birşeydir. Ancak istediğimiz malzemeleri bulabildiğimiz takdirde. Bazen istediğimiz malzemeleri getirtme süresi olabiliyor veya stoklu ürünlerle çalışmamız gerekebiliyor... Bulabildiğimiz ürünler de bazen tasarımımızdaki veya hayalimizdeki mekândan bizi bir adım geriye düşürebiliyor... Veya bütçe ile ilgili sorunlar olabiliyor... Seçtiğimiz ürünlerin fiyatları ile ilgili... Bu aşamada da şu şekilde bir çözümüm var: Ne önemlidir? Diye sormak. Odak noktasında olan olmazsa olmazlarımız dışında, belki de seçilen seramiğin daha uygun fiyatlı bir muadili vardır. Ancak odak noktamız bir duvar kâğıdı ise, ondan geri adım atmayız. Her zaman bütçemize ve tasarımımıza sadık kalarak bu tarz dengelemeler yapabiliriz.
English School of Kyrenia (ESK)
Tasarım sürecini neden daha keyifli bulduğunu anlıyorum şimdi. :)
YH: Evet! Çünkü özgürüz, uçabiliyoruz. :) Tabi tasarım yaparken gene piyasada bulunan malzemelere göre çalışıyorum, olmayan birşeyi önermiyorum. Bulunabilecek şeyleri önermek gerekiyor. Bazen stok sorunu olabilir, yurt dışından bile stok sorunu ile karşılaşabilirsiniz... Uygulama sürecinde bayağı esnek olmak gerekiyor. Mekânın ışığı yeterli gelmeyebilir, kullanılan bir rengi değişmem gerekebilir... Bu tür şeyleri yaşayabiliyoruz.
Teknoloji tasarım yapma şeklini değiştirdi mi? Nasıl etkiliyor?
YH: Değiştirmek zorunda... Sürekli programların yenisi çıkıyor. Zor olsa da değiştirmek zorunda... :) Zor olan, alışkanlıklardan vazgeçmek ve vakit ayırmak. Yine de yenilikleri yakalamak zorundayız. Her çizime piyasada bulunan ürünün birebir aynisini koyamıyoruz. Piyasada bulduğum avize, koltuk veya sandalye modellerini veya herhangi bir markanın tam birebir ürününü çizim programının içinde yoksa o tasarıma yerleştiremiyoruz. Muadil bir model koyabiliyoruz. Daha sonra bu ürünler seçim aşamasında belirleniyor ve genellikle sipariş verirken şekilleniyor. Bu ürünleri ya sıfırdan çizmek gerekiyor ya da hazır bir şekilde sağlayan, kataloğu zengin ve güncel bir program kullanmak gerekiyor. Özetle hem program kullanım becerilerimizi hem de programda kullanacağımız ürünleri güncel tutmamız gerekiyor.
Üç boyutlu çizimler Kıbrıs’taki müşteri profilinin talep ettiği birşey mi? Bu konuyla ilgili düşüncelerini öğrenebilir miyim?
YH: Gerçeğe çok yakın üç boyutlar çıkarabilmek her mimarın başarabileceği birşey değildir diye düşünüyorum. Çünkü işin bu kısmı ayrı bir teçhizat ve ayrı bir uzmanlık ister. Mimarlar olarak her çizdiğimiz projeyi gerçeğe yakın görüntüye dönüştürmemiz ve bu emeğin de karşılığını alabilmemiz mümkün değil. Böyle bir vaktimiz yok. Çok gerçekçi bir yaklaşımla söylüyorum bunu... Bir yandan da üç boyut çizmekten memnuniyet duyuyorum. Aklımdaki her şeyi üç boyuta yansıtabildiğim zaman mekânı hissedebiliyorum ve bu da bana eksiklikleri tamamlayabilmem açısından zaman zaman fayda sağlıyor diyebilirim. Daha çok kendim için gerekli bulduğum birşey.
Gelecek için planlarından bahsedebilir miyiz biraz da?
YH: Bir mimar olarak hayallerim veya planlarımın temeli büyümek diyebilirim. Büyümek için şu şu planlarım var diye anlatmaktan ziyade, büyürken nelere dikkat ederek büyümek istediğimi anlatmak istiyorum biraz. Belki çok klasik duyulabilir ama çevremizi veya çevremizdeki mekânları gerçek anlamda güzel, zevkli ve göze hitap eden bir şekle getirmeye çalışmak istiyorum. Tasarıma önem veriyorum. Tasarım ve güzellik bir mekânda aradığımız standart bir özellik artık bence. Niçin bir yere gitmek isteriz? Güzel bir yer olduğu için gitmek isteriz. Bunların yanı sıra, ilham verici tasarımlar ve uygulamalar yapmak istiyorum. Yarattığım her mekân kullanıcılarının yaşam kalitesini artırsın ve bu kullanıcılar iyi hissetsinler istiyorum...
İşletmeni üç kelime ile tanımlayabilir misin?
YH: İlham verici, yenilikçi ve iyi hissettiren.
Tüm inşaatlar, gerek tadilat, gerek sıfırdan, yenilikçi fikirlerle ortaya çıkmalı. Bu fikirler bir şehrin veya binanın özüne, dokusuna zarar vermemeli tabi ki. Bugün girdiğimiz her mekân bize iyi hissettirebilmeli ve ilham vermeli. Bu mekânlar butikler, kafeler hatta dönerciler de olabilir. Yunanistan’da çok iyi tasarlanmış kebapçı veya dönerci restoran örnekleri var mesela. Tabelaları bile özenle yerleştirilmiş mekânlar var. Şu anda tabelalar, reklam panoları vesaire Kıbrıs’ta çok kötü durumda. Tüm şehirlerimizde merkez çarşıya giderseniz görebilirsiniz, tüm tarihi binalar ışıklı veya ışıksız tabelalarla yok olmuş durumda. Hem şehrin dokusunu bozan hem de göz güzelliğini bozan bir durum bu. Mesleğimle bir bağlantısı olmasa da şehirlerarası yolculuk yaparken gördüğümüz dev billboardlar da rahatsız edici bence. Bunlar hiç doğal değil. Dokuya uygun değil. Doku fazlasıyla önemsenmesi gereken bir konu. Tıpkı Avrupa’da olduğu gibi. Bunları niye anlatıyorum diyeceksiniz. Bence mimarlar olarak bunları da mutlaka düşünmeliyiz. Tabela nereye girecek, yemek menüsü nereye koyulacak, fiyat listesi nerede duracak gibi konuların da bizler tarafından çözümlenmesi gerekiyor. Ayrıca ülkemizde çok yanlış bir algı vardır; iç ve dış mimarlık. Ben Frank Gehry’nin tasarladığı herhangi bir binanın Zaha Hadid tarafından da içinin tasalandığını hiç duymadım! Az önce belirttiğim gibi, mimarlar bir binayı tabelasına kadar bir bütün olarak düşünebilmeli ve her noktada ayni konsepti sürdürebilmeli. Burada da beğendiğimiz diğer tüm ülkelerdeki gibi bir standartta yaşamak hakkımız diye düşünüyorum. Tasarımlarımı yaparken bunu hep düşünürüm.
ESK
Kesinlikle katılıyorum... Mesleki konulardan biraz uzaklaşarak sormak istediğim birkaç soru daha olacak. Yaratıcı bir evde mi büyüdün?
YH: Annem çok yaratıcı bir kadındır. Sofrayı bile hazırlarken yaratıcılığını konuşturduğunu görebilirsiniz. :) Kız kardeşim de öyle, aldığı bir aksesuarı koyduğu yer hemen canlanır, güzel bir atmosfere bürünür. Beni bunlar etkiledi mi bilmiyorum tabi ki ama küçüklüğümde çok resim çizerdim. Hayal dünyam çok genişti. Sürekli birşeyler keser biçer onlardan birşeyler yaratırdım. Radyo yapardım mesela. El işlerine çok yatkınım.
İyi bir kafe veya restoran önerebilir misin?
YH: Tasarladığım mekânlara saygımdan önermemeyi tercih ederim. Zaten zamansızlıktan çok fazla gidemiyorum. Yeni yapılan yerleri sadece şimdilik sosyal medyadan takip edebiliyorum...
Sabah ilk yaptığın şey nedir?
YH: :) ‘Günaydın annem, günler aydın annem, hoş kalktın! Güzel uyudun mu?’ Sözlerini oğluma söylemek :). Onu güler yüzle uyandırmak.
Tatilin en sevdiğim yanı...
Mesleğini yapmadığın zamanlarda zamanını nasıl geçirmeyi seversin?
YH: Kendime bakım yapmayı çok severim. Alışveriş de bana keyif verir. Şu an mümkün olmasa da tatil! Tatil çok önemli. Yeni şeyleri orada görüyorum çünkü. Mesela İtalya’da hayran kaldığım birşey görmüştüm, ayakla basınca çalışan bir çeşme. Yıllar öncesine ait bir fikir ve tasarım olmasına rağmen ben ona bayıldım hayran kaldım. Bir sürü resim çekmiştim. Rezervuarı yukarıda olan tuvaletler mesela, sifonu iple çekilenler. Onları görmeyi de çok seviyorum! Bunlar yeni şeyler değil ama ben her ikisine de hayran kaldım. Gözlem yapmayı çok seviyorum zaten... Başkaları mekânları nasıl çözümlemiş, tasarlamış... Tatilin en sevdiğim yanlarından biri bu.
Çok güzel, Spotify veya Youtube’da sevdiğin, bize önerebileceğin bir çalma listen var mı?
YH: Yok, çok geniş bir zevke sahibim. Youtube’u tercih ederim bu arada. Spotify genellikle beğenmediğim şarkıları sunuyor. Beğenmediğim şarkıya hiç tahammülüm yok. Günlük ruh durumuma göre, Jaz müzik dinleyebilirim, Trans, Rock, Hip Hop veya akustik müzik dinleyebilirim... Lounge müzik de severim... Çok değişkenim bir de :). Geniş bir yelpazeye sahibim müzik konusundaki tercihlerimde. Dediğim gibi sevmediğim şarkıya da hiç tahammül edemem, o beni çok mutsuz eder.
Teşekkür ederim! Çok keyifli oldu. Son olarak sormak istediğim bir soru var. Mimarlık okuyan veya okumak isteyenlere söylemek istediğin birşey var mı?
YH: Ben teşekkür ederim. Mezun olduktan sonra mesleğe hazır olduğunuzu düşünmeyin. Öğrenmek yeni başlayacaktır. :) Ve ilk fikir en güzel fikirdir. :)
Miro Designroom (0392) 223 87 82 | 0533 820 27 56 | info@mirodesignroom.com
Hazırlayan Jasmine Dinand
Miro Designroom, Pazarlama Yöneticisi ve Satınalma Sorumlusu
jasmine@mirodesignroom.com
Mimar Yaprak Hamzalar
%100 Dizayn
yuzdeyuztasarim@gmail.com
Comments